iki seçim arasında
İlke Gökdemir
Türkiye’nin geleceğinin kökten değişebileceğini bildiğimiz bir seçim sürecindeyiz. İkinci tipi bekliyoruz ve milyonlarcamız onunla yatıp onunla uyanıyoruz. Sanırım daha önce sokaklarda bu tür siyaset konuşmalarına nadiren rastladım. Seçim siyasetinin tozu, oylama pragmatizminin ortasında.
Bu seçim odaklı siyasetle başım çok dertte ama asla önemsizleştirmem. İktidar neyi savunursa ona karşı mücadele eden biri olarak şu anda böyle bir seçeneğim yok. Ancak, bu seçenek eksikliği hakkında konuşulmayı hak ediyor. Herkes gibi benim de günlerim ve gecelerim bu kısa orta dönem ve tip 2’ye odaklı. Elimden geleni yapıyorum. Sandığı bekleyeceğim, kimi görsem ikna etmeye çalışacağım. Yine, daha fazla oy almak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorum. Ümidimi kesmem, güçlendiririm. Ama yardım edemem ama neden bu yaşam ve ölümün eşiğindeyiz diye merak ediyorum. Birinci cinste kabul edilmediğinde bazılarının endişesini, üzüntüsünü ve hatta hayal kırıklığını anlıyorum. Herkes kazanacağını düşünmek istiyor ve umutları artıyor. Hayal kırıklığını anlamakta güçlük çekiyorum. Çünkü çaba bizim çabamızdır.
Nasıl bir parti siyaseti yürütülüyor, neden seçimin eşiğinde bu siyasetin içinde sıkışıp kalıyoruz? Hem telaffuzda hem pratikte… Meğer başka bir siyaset tasavvur etmemiz, başka bir siyaset hakkında konuşmamız ve örgütlememiz gerekiyor. Aksi takdirde hiçbirimizin hayatı için hiçbir şey vaat etmeyen, sahası tamamen daralmış bir çorak araziden çıkmak zordur. Dar alanı aşan bu politikayı yıllardır feministler örgütlüyor. Muhafazakarlığın her zaman iktidar tarafından pompalandığı ve bunun tabii ki hızlı ve doğrudan bir tepkisi olduğu ve özellikle son hükümetin kazanımları kadınlar lehine aşındırmaya ve geri almaya çalıştığı düşünüldüğünde, iyi olurdu. kadınların siyaset alanındaki sözlerine, örgütsel güçlerine ve dönüştürücü siyasete bakma fikri. Burada Türkiye’nin son 10 yılını anlatmama gerek yok. Süreç, nihayetinde kadınlar ve LGBT+’lar için yazılı bir belge olarak en değerli kazanım olan İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılmaya yol açtı. Öte yandan, son on yılda pek çok farklı kadın örgütü ortaya çıktı, genç kadınlar ve LGBT+’lar üniversitelerde giderek daha fazla örgütlendi ve 25 Kasım ve 8 Mart’ta sokaklarda sayıları giderek arttı. Her yıl yüzbinlerce artan kalabalık ile. Çünkü kadınlar hayatlarının tam ortasından, gerçek mekandan ve kadın özgürlüğü için bir siyaset örgütleyebilirler. Değişerek ve dönüşerek güçlü bir biçimde var olur. Hayat gibi siyaset de tek bir çizgide ilerlemez.
Uzun zamandır toplumsal bir kutuplaşmadan bahsediyoruz. Elbette AKP’nin tabanını sağlamlaştırmanın en uygun yolu olarak görerek hep bunun için oynadığını inkar etmek mümkün değil. Ancak geldiğimiz noktada bu kadar keskin iki kutuptan konuşabilir miyiz emin değilim. Erdoğan’a oy veren herkesin tek ve ortak bir dileği olabilir mi? Mesela Hüda Par’ın mecliste olması? Onlar yaşlı ya da engelli bakım desteğinin devam etmesini isterken, Yeniden Refah’ın kadınlar için hayal ettiği siyaseti birlikte oy verenlerin hepsi mi istiyordu? Bu ülke hayalimiz, Erdoğan’ın gitmesini isteyenler için kendi hayatlarımız için bu kadar yaygın mı? Bunun farkındayız ve bir amaca odaklanıp onu bir kenara bırakıyoruz. Şahsen, şu anda böyle olması gerektiğini düşünüyorum. Kesinlikle zamanı geldi! Ancak tıkandığımızı ve derinliği olmayan bir politikaya zorlandığımızı kabul etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kazanmak için geniş kitlelerin ikna edilmesi ve seçimin kazanılabilmesi için işin içine katılması gerekir. Elbette umudum var ama korkum da var. Diğer taraftan seçim sonuçlarına bakınca hiç de az olmadığımızı düşünüyorum. Ancak, (henüz) hükümeti değiştirmek için yeterli değil. Çünkü ihtiyacımız olan sadece seçim pragmatizmiyle ortaya çıkmış değil, arka planı, toplumu ve dönüşümlerini iyi okuyabilen, geleceğe dair güçlü sözler üretebilen bir siyasettir. Bir parti siyaseti buna yansıdı.
İlk Tıbbın sonuçlarından sonra MHP oylarının beklenmedik yükselişinden bahsediyoruz ve anket sonuçlarını başka bir tartışma konusu olarak bırakıyoruz. Bu, Kürtlerin açıkça seslerini yükseltmelerine ve ülkenin geri kalanındakiler kadar siyasi olarak belirleyici olabilmelerine bir yanıttır. Evet bu nasıl bir saçmalık, evet bu nasıl bir algı operasyonları, geçersiz görseller, sahte broşürler.. Ancak cevabını MHP oylarında bulan şeyi Türkiye’de sadece tüm dünyada sağın yükselişiyle açıklayamayız. zamanın ruhu. Ya da gençler kendilerini çoğunlukla milliyetçilikle tanımlıyorlar. Bu ülkenin yakın tarihi ne yazık ki askeri tahlilden başka bir şeye kapı aralayamayan katliamlar ve yok etme girişimleri tarihidir. O dönemde seçim kazanma yolunda toplumsal birlik ilkesini gözetmeden sadece Kürtlerin oylarını alarak kitle olmak mümkün değil. Öte yandan, birinci cinsten sonra en dramatik sindirmeye yenik düşenler, Kürtlerin onlarca yıllık var olma mücadelesini akıllarında bulundurmalıdırlar.
Muhalefet kazandığında elbette daha uygun olacak, en kötü durumda bile daha uygun olmasının yolu açılacak. Mutlaka derin bir nefes alacağız ama pembe bir ülke olmayacak. En kötüsü gelse bile mücadele bizim mesleğimiz olmaya devam edecek. Biz buna tutunacağız, hayal edeceğiz ve denemeye devam edeceğiz.